Ayrı ayrı mı ilişkisel mi?

Evrende her şey birbirine bağlı, birbiriyle ilişki içindedir diyoruz. Peki, ilişkilere nasıl bakmalı, onları nasıl anlamalıyız. İlişki nasıldır, ne yapar? Nerededir?

Şöyle bakabiliriz:  Ayrı ayrı şeyler vardır. Bunların ayrı varlıkları, zihinleri, ihtiyaç ve istekleri vardır, eylem kapasiteleri vardır, her biri bir aktördür. İlişkiye girerek bir sonuç elde ederler. Her biri kendini özne ötekini nesne olarak görür.

Bu bakışın temelinde Descartes’ci felsefe vardır. Bu modelin temel çıkış noktası her birimizin ayrı tekil varlıklar olduğumuz ve bizden bağımsız olarak var olan nesnel bir dünyayla karşı karşıya olduğumuzdur. Duyularımızla dış dünyadan aldığımız verileri aklımızla işleyerek dünyayı tanır ve deneyimleriz. Özne ve nesne birbirlerinden ayrı iki alandır, aklımız bu ikisi arasındaki ayrılığı aşmadaki aracımızdır. Böylece özne olarak nesne üzerinde etkide bulunuruz. Nesne pasiftir.

Bu bakış açısına göre özne de nesne de önceden belirlenmiş özelliklere, rol ve işlevlere sahiptir. Dolayısıyla aralarındaki ilişkinin niteliği ve rolü, olası sonuçları da öyledir; doğrusal ve öngörülebilirdir. Newtoncu fiziğe dayanan bu felsefi model tüm bilim dünyasına olduğu gibi Freud’un insan ruhunu ve onun hastalıklarını açıklamak için geliştirdiği psikiyatriye de temel olmuştur.

Kendimiz – aklımız ve ruhumuz – kendi özelliklerimizden, kendi tarihimizden ibarettir, deneyimlerimiz kendi arzu ve eylemlerimizden ve dış dünyanın bunlara verdiği tepkilerden oluşur. Öznenin içten gelen itki ve eylemi ile dışındaki nesnenin buna karşı tepkisi vardır.

Bu bakış açısı, yani özne-nesne ayrımının merkezinde bireyin ve kişisel aktörlüğün birincilliği fikri yatar. Aynı şekilde; her süreç ya da olgu anlaşılabilir, kavranabilir, her sorun çözülebilir, insan maddeye, hayata ve enformasyona egemen olabilir gibi kesin bir inanç vardır. Böylece hayata ve süreçlere hep ikiliklerin (duality) karşıtlığı olarak bakmanın yolu açılır.

Ne var ki her türlü ikileştirme/karşıtlaştırma şöyle bir tuzağa götürmeye son derece açıktır. Aktörler, ya da çözüm olasılıkları iki’ye indirgendiğinde ister istemez biri doğru, güzel, iyi; diğeri yanlış, çirkin, kötü olur. Biri dost diğeri düşmandır. Hep ikisinden birini seçmeye itilir, zorlanırız. İkilikten sonuçta hep teklik çıkar.

Oysa şöyle baktığımızda her şeyi daha iyi görebiliriz:  Şeyleri şey yapan aralarındaki ilişkidir. Varoluş ilişkiseldir. Her birimizin, bütün canlıların ve bütün maddenin oluşumu, gelişim ve evrimi, kazandığı/kaybettiği özellikler her şey kendimizle diğerleri arasındaki alanda ortaya çıkar, belirir. Zihinsel yaşamımız, akıl ve duygularımızın oluş ve gelişim alanı, yeri, mekânı ilişkilerimizdir.

Özneler, yani eylem potansiyeline sahip zihin sahibi aktörler, ancak kişiler arası/şeyler arası alanda ortaya çıkar. İlişki varsa, özne vardır, akıl vardır, ruh vardır. Her türlü eylem ve gelişme birlikte eylem, birlikte gelişmedir. Aklımız ve duygularımız tam olarak ne beynimizde, ne de bedenimizde yerleşiktir. Bütün ilişki âlemimize, maddi manevi ilişkilerimize yayılmış şekildedirler.

Sadece beynimizle değil, bütün bedenimizle, sahip olduğumuz şeylerle, kullandığımız aletlerle, esen rüzgârla, üzerine bastığımız toprakla birlikte düşünürüz, duyumsarız. İlişkiler alanımız bizi yaratır, ama biz de o alanı yaratırız.

Bu anlamda düşünce ve duygunun, akıl, zihin ve zekânın —biliş ve duygulanımın— bir tür enerji biçimi olduğunu bile düşünebiliriz.

Her birimiz, farklılıklar gösteren geçmişten gelen ve güncel, değişik ilişkilerin özgül bir harmanı olduğumuz için, her birimiz bir kereliktir, farklıdır, benzersizdir. Bireyi ve bireyselliği oluşturan, geliştiren ve besleyen de bu özgül harmandır.

Hiçbir şey önceden belirlenmiş olmadığı için, her şey ilişkiler içinde belirdiği ve etkide bulunduğu için, önceden—ilişkiler başlamadan—yapılan planlar, programlar, bütçeler, çizilen stratejiler hiçbir zaman tam olarak gerçekleşemez. Moltke’nin dediği gibi, “Daha ilk muharebeden sağ çıkan hiçbir harp stratejisi yoktur.” Esneklik, sürekli yaratıcılık, açık uçlu düşünmek onun için zorunluluktur. Sabit kimlikler, roller yoktur, önceden formüle edilemez olanak ve olasılıklar içinde yapılacak tercihler söz konusudur.

Anlamlı, mutlu ve sağlıklı bir yaşam yeryüzüyle, diğer canlılarla ve insanlarla olan ilişki ve etkileşimlerimizin, deneyimlerimizin ve alıp verdiklerimizin sağlığına, nitelik ve özelliklerine bağlıdır.

İlişkilerin bir tarafı – sağlıksız ya da mutsuzsa – eşimiz, dostumuz, çalışma arkadaşımız, komşumuz, soluduğumuz hava, aldığımız gıdalar, içinde yüzdüğümüz deniz, kasabamızdan geçen akarsu sağlıksız ve mutsuzsa, yerinden yolundan edilmişse, dünya son çözümlemede bize de dar olur. Eşit olmayan ilişkiler taraflar arasındaki karşılıklı enerji akışının da eşitsiz olması demektir. Asimetrik ilişkiler, eşitsiz ve dengesiz ilişkiler en büyük mutsuzluk kaynağıdır. Çektiğimiz acıların çoğunun temelinde bu yatar.

O nedenle neden ve çareleri aramaya başlayabileceğimiz yer de orası, yani ilişkilerin alanıdır. İlişki ve bağlantılardan kaçınamayız, tek yapabileceğimiz onları eşit haklı, karşılıklı yarar sağlayan bir hale getirmeye çalışmaktır.

Politikaları da pekâlâ bu asitmetriyi, eşitsizlikleri veya dengesizlikleri (ya da enerji gaspını) artırmaya mı yoksa azaltmaya mı yöneldiklerine göre ayırt edebiliriz.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s