Şeylere iki türlü yaklaşabiliriz.
Nesne olarak bakmak. Bir şeye nesne olarak baktığınızda onun kendi karakter ve kimliğine sahip olduğunu, belli bir özü olduğunu kabul edersiniz. Kendi özü kendisindendir, kendine ait bazı özellikleri vardır ve bu özellikler onun değişmez çekirdeğini, özünü belirler. Bu tanım o şeyin, çevresinde olan bitenlerden – dün ve bugün olanlardan- bağımsız olduğunu varsayar. Buna göre, şeylerin değişmez özü vardır.
Nesne olarak bakmak şeylere dışarıdan bakmayı gerektirir. Duvarda asılı bir tabloyu ya da bir mağaza vitrinini seyreder gibisinizdir. Böyle alırsanız onu bütün boyutlarıyla anlayabileceğinizi, dolayısıyla kontrol edebileceğinizi ve yönetebileceğinizi ya da maniple edebileceğinizi varsayarsınız.
Bu anlayışla yaklaştığınızda değişim ancak bu değişmez özün değişmesiyle –aslında bir yerde lağvedilmesiyle- mümkündür dersiniz. Bu kaba iyimserlik dikkatlerimizi, amaç ve hedeflerimizi, düşünme tarzlarımızı ve genel olarak önem verdiğimiz anlatıyı biçimlendirir.
Nesne yaklaşımı bizi söz konusu şeyin yapısına, bileşenlerine, özelliklerine odaklanmaya iter. Statik düşünürüz.
Peki, ama Heraklites “Aynı suda iki kere yıkanamazsın” dememiş miydi? “Her şey değişim halindedir, değişmeyen tek şey değişimdir” demez miyiz hep.
Süreç olarak bakmak. Şeyler kendi başlarına var değillerdir, her zaman başka şeylerle ilişki içindedirler. Ve bu ilişkiler içinde sürekli değişirler. Ve her bir parçaları, özellikleri, her şeyleri değişir. Zaten her şey başka sayısız şeyin kendine özgü bir şekilde bir araya gelmesinden oluşmaz mı?
Onun için şeylerin içinde bulunduğu daha geniş bağlamı ya da sistemi dikkate almamız gerekir. Şeyler soyut kendileri değillerdir. Çevreleri ve tarihleri içinde – yani çok sayıda ve değişken ilişkiler, etkileşimler içinde – belirlenirler, daha doğrusu belirirler. Nesne halinde görünürler.
Her beliriş (emergence) anlıktır. Bu an nano boyutlardaki var oluşlar için salisenin bilmem kaç milyonda biri kadar olabileceği gibi, söz gelimi gezegenler için milyarlarca yıl sürebilir. Yani her nesne geçicidir. Her şey -ve onu meydana getiren şeyler –hep değişir. Hiçbir şeyin; cismin, canlının veya kültürün değişmez bir özü yoktur.
Şeylere süreç olarak bakmak onlara içinde bulundukları ilişkilerin ve bizimle olan ilişkilerinin içinden bakmayı, onları hareket ve değişimleri içinde izlemeyi gerektirir. Şeyler veya nesneler aslında ne kadar katı ve istikrarlı görünseler de nihayetinde yavaş giden ya da stabilize olmuş süreçlerden ibarettir.
O kadar ki mesela dökümhaneden yeni çıkmış bir çelik putrel bile öyledir. Hikâyesi (yani süreci) yeraltından çıkarılan demir cevherinin oradaki oluşumuna kadar geri gider ve onu genişleme ve daralmalar, aşınmalar, eğilip bükülmeler, eritilme ve yeniden biçimlenmelerle geçecek uzun yıllar beklemektedir.
Örneğin tıp bilimciler SARS-CoV-2 virüsüne nesne olarak bakmış olsalardı tamamen başarısız olurlardı. Tek başına çok çok kısa bir süre var olabilen virüsün ancak bir konakçıya geçince yaşayabilen, hayvanlardan gelip insanlara geçen, bağışıklık sistemimizi ve birçok organımızı etkileyen bir süreç olduğunu bilmeselerdi aşı da geliştiremezlerdi. Virüs bize bulaşarak ya da bizi aşılanmak zorunda bırakarak bizi değiştirdi ve bizimle ilişkileri içinde art arda mutasyonlara uğrayarak kendisi de değişti, değişiyor. Üstelik sadece bireysel metabolizmalarımızı etkilemekle kalmadı, varoluşumuzun bütün modlarını – ekonomimizi, çalışma hayatımızı, aile yaşamlarımızı, sosyal ilişkilerimizi, kültür ve sanat etkinliklerimizi, fikir dünyamızı ve politik yaşamımızı değiştirdi. Kısaca o bir ilişkiler toplamıydı—diğer başka her şey gibi. Ve tüm ilişkileri bir şekilde değiştirdi.
İlişkiler de nesneler kadar gerçektir, olgudur. İster el kol hareketleri ya da fiziksel temas ya da sözel, görsel veya kokusal olsun ister dijital veya tele-iletişim şeklinde olsun, aslında her türlü iletişim biçimi elektromanyetik dalgaları ya da ışık ve ses dalgalarını hareket ettirmekle değiştirmekle mümkün olabilir, aynı şekilde belli bir enerji gerektirir, yani tamamen fizikseldir. Bu anlamda maddidir ve elle tutulabilirdir.
Nesne olarak bakmak ile süreç olarak bakmak arasındaki ayrım sadece şeyleri, olay ve olguları anlamak ve anlamlandırmak açısından büyük önem taşımakla kalmaz. İlişkilerimizin niteliğini de belirler.
Şöyle ki şeylere, insanlara, olaylara nesne olarak bakmak bizi onları kontrol edebileceğimiz, onlara hükmedebileceğimiz yanılgısına götürür. Nesne olarak bakmak yukarıdan bakmak demektir.
Onun için hükmetmek istediklerimizi nesneleştiririz. Kendimiz özneyizdir ve onlara nesneymiş gibi bakarız. Ötekileştirmek ile nesneleştirmek birlikte gider. Eşit haklı olmayan bütün ilişkiler bir tarafın ötekine nesne gibiymiş bakmasıyla bağlıdır. Doğayı tahrip eden bütün yaklaşımlar da öyledir. Nesneleştirdiğiniz şeyleri metalaştırabilirsiniz de.
Eşit haklı, göz hizasından yürütülen ilişkiler ise şeyleri değişim süreçleri olarak görmeyi ve onlarla birlikte değişmek istemeyi gerektirir. Süreç aslında her zaman bir birlikte-süreçtir.
Evrende her şey birbiriyle bağlantılıdır. Evren sayısız birbiriyle bağlantılı şeyin hep birlikte aralıksız hareketi ve değişimidir. Şeyleri ancak ilişkileri ve geçirdikleri süreçler içinde anlayabiliriz.
Dolayısıyla varoluş hep çoklu, çok tarzlı, çoğul bir varoluştur.