Ormanda, ağaçlar yerin altındaki kökleriyle birbirine bağlı. Ağaçlar bu kökler ve onlarla sembiyoz halinde yaşayan mantarlar üzerinden birbirleriyle iletişim kuruyorlar. Dalları böcek saldırısına maruz kalan bir ağaç, diğerlerine gelen tehlike konusunda uyarı mesajları gönderiyor. Aralarında besin maddeleri değiş tokuş ediyorlar. Yaşlı ağaçlar gençleri korumaları altına alıyor. Her ağaç diğerlerinin ışığını kesmeyecek şekilde boy atıyor…
Uzun yıllardır ormanlarda çalışan ve araştırmalar yapan Peter Wohlleben Ağaçların Saklı Yaşamı adlı birçok dile çevrilen kitabında ormanların sosyal bir ağ, ağaçların da sosyal varlıklar olduğunu gösteriyor.
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim.”
Nazım’ın bu mısraları insanların bir başka dünya ve daha iyi bir yaşam hayalinin gelmiş geçmiş en güzel ifadesi olsa gerektir. Okuyanın aklını ve yüreğini anında kavrar. İnsanları esinlendiren ve birleştiren, canlandırıcı ve onurlandırıcı bir ütopya gibidir. Şimdi bilimsel bulgulardan Nazım’ın kullandığı bu metaforun aslında ağaçların gerçek yaşamına tamı tamına uyduğunu öğreniyoruz.
Aslında birçok araştırma sadece ağaçların değil, bütün canlıların—ve organizmaların—benzer şekilde ağ sistemleri içinde var olduğunu gösteriyor. Tüm evren kendi kendini örgütleyen, uyarlanabilir karmaşık ağ sistemleri şeklinde var oluyor.
Evrenin, doğanın ve insanlığın evrimi kendi kendine örgütlenmenin bir tarihi. Büyük Patlama’yla başlayan o uzun süreçte galaksiler, yıldızlar, gezegenler, atmosfer kendi kendilerini örgütleyerek ortaya çıktılar ve en azından bizim gezegenimizde atomlar, moleküller ve nihayetinde hayat, zihin ve kültür kendi kendilerini örgütlediler. Evrim kendi kendini yöneten bir süreç. O nedenle, ne dünya evrenin ne insan tüm yaratıkların ne de insan aklı değişimin merkezindedir.
Evrim aynı zamanda çeşitliliğin, uzmanlaşmanın, karmaşıklığın ve bağlantıların artmasının tarihidir. Doğanın evrimi hava ve suyun sürekli akışlarıyla artan bağlantıların tarihidir. Hayatın evrimi çeşitlenen ve uzmanlaşan hücreler arasındaki bağlantıların, beynin evrimi çeşitlenen ve uzmanlaşan nöronlar arasındaki sinapsların tarihidir. Ekonominin evrimi her biri giderek uzmanlaşan ve çeşitlenen üreticiler arasındaki değiş tokuşların tarihidir…
İnsan toplulukları da bütün diğer canlılar gibi karmaşık sistemler oluşturur ve bu şekilde yaşarlar. Birey-topluluk ilişkisi, topluluğun gelişimi, yükselmesi ya da çökmesi hep aynı yasallıkları izler.
Bu bağlamda 1980’li yıllarda küreselleşme ve dijitalleşmenin hız kazanmasıyla her alanda boy atan köklü değişim süreçleri yeni teorik yaklaşımlar da getirdi. Bu yıllarda ete kemiğe bürünmeye başlayan ağ teorisi ve karmaşıklık teorisi, sistemlerin oluşum ve işleyişini daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor.
1990’lı yıllardan bu yana gelişimini elimden geldiği kadar izlemeye ve öğrenmeye çalıştığım karmaşık sistemler teorisinin getirdiği önemli açıklamaların geniş bir özetini bu yazının sonuna ekliyorum. Bu metin incelenebilirse aşağıda sunacağım fikirlerin temelleri daha iyi anlaşılabilir.
* * *
Yukarıda, “İnsan toplulukları da bütün diğer canlılar gibi karmaşık sistemler oluşturur ve bu şekilde yaşarlar” demiştim. “Ancak bir farkla” diye eklemeliyim. Çok önemli bir farkla. İnsanlığın doğadan ve diğer canlılardan kopup ayrı bir yola koyulmasına neden olan bir farkla.
İlk insan topluluklarında, primatlar arasında da görülen erkekler arası hiyerarşi cinsel ilişkileri düzenleyerek erkekler arasında düzen sağlıyor, kendini gençlere dayatarak da kuşaklar arası ilişkileri düzenliyordu. Hiyerarşi topluluğu bütünleştiriyor, işbölümünü düzenliyordu. Ama zamanla bu işbirlikçi hiyerarşi hegemonyaya dönüştü, güçlü olanımızın güçsüz olanımızı sömürmesini mümkün kılmaya başladı.
Böylece giderek erkek egemenliği—zümre egemenliği—sınıf egemenliği—güçlü ülke egemenliği—beyaz ırkın egemenliği şeklinde yapılar kuruldu. Egemen olanlar süreç içinde insan topluluklarının etiketlemesinde, iç modellerinde ve yapıtaşlarının kombinasyonlarında yaptıkları değişikliklerle sömürü ilişkilerinin gelişmesini sağladılar. Aynı yaklaşım zamanla insan topluluklarının doğayla ve hayvan türleriyle olan ilişkilerini de belirler hale geldi. Dünyanın canlı enerjisine, ona kendi kontrolümüzü dayatmak için yaklaşmaya başladık. Sonuçta insana hizmet eden bir doğa ve evren anlayışı ve dolayısıyla güç/iktidara hizmet eden bir toplum anlayışı egemen oldu. Hâlâ da öyle.
Kısaca, insan toplulukları olarak, on küsur bin yıl içinde geldiğimiz yerde, birey-toplum ilişkisinin başlangıçtaki “hür ağaçlar ve kardeşçe yaşayan ormanlar” şeklindeki doğal varoluş tarzını bugün ancak bir ütopya olarak hayal edebiliyoruz.
Her zaman her birimiz hem benzersiz bir birey hem de daha büyük bir topluluğun bir üyesi olarak yaşadık, ama bu ikili doğamızdan birini abartıp diğerini unutmaya her zorlandığımızda, bizi buna zorlayanlar kârlı çıksa da, biz her durumda sadece mutsuzluk, depresyon, büyük acı ve sıkıntılar yaşadık ve yaşıyoruz. Öte yandan hegemonya ve sömürü ilişkileri bireyler arasındaki ilişkileri çarpıtarak, artan sayıda insanı sosyal ve ekonomik bakımdan güçsüzleştirerek, canlı ve cansız dünyanın doğal evrimine müdahale ederek sistemleri giderek daha çok bozuyor, sakatlıyor. Bugün pençelerimizi geçirdiğimiz dünyayı sıktıkça onu daha çok eziyor, daha çok parçalıyoruz. Kaynaklar, doğa, insan, kültür israf ediliyor, tahrip oluyor.
Hegemonya ilişkileri bugünkü durumda dünya çapında en güçlü ülkelerin—onların içinde en varlıklı sınıfların—onların içinde en güçlü zümrelerin—onların içinde de erkeklerinin hegemonyası olarak sivriliyor. On binlerce yıl içinde gelişip pekişmiş bu yapıların bir çırpıda ortadan kalkmasını bekleyemeyiz. Bu hegemonya ve sömürü piramitlerinde en tepeden en aşağıya kadar kendine şu ya da bu ölçüde ayrıcalıklı yarar sağlayan (ya da sağladığını sanan) çok sayıda insan olması, iç içe geçen bu ilişkilerin dönüşümünün hiç de kolay olmadığı anlamına geliyor.
Bu durumda ekonomik, politik, sosyal ve ekolojik olarak—ve ahlaken de—insanlığı çok daha kötü gelişmeler bekliyor olabilir. Dünyanın gücünü kontrolümüz altına alma, dünyaya nizam verme tutkusu daha ilk günden yıkıcı potansiyeller taşıyordu. Ancak şimdi hegemonya savaşlarının zirve noktası pekâlâ bir nükleer kıyamet olabilir.
* * *
Olumlu yönde bekleyebileceğimiz ilk şey ise bu yapıların çeşitli şekillerde dengelenerek süreç içinde asimetrilerin azalması olabilir. Gücü dengelemenin en etkili yöntemi olarak insanlık bugüne kadar demokrasiyi geliştirdi. İnsanlar arasındaki, sınıflar arasındaki, ülkeler arasındaki ilişkilerde güçlülere karşı görece güçsüz olanlara bir ölçüde güç verebilecek, seslerini yükseltmelerini ve etkilerini geçerli kılmalarını sağlayacak tek “teknoloji” demokrasidir. Demokrasi aynı zamanda geniş koalisyon ve ittifaklar oluşturup sürdürebilmenin de tek yoludur. Bugün hegemonyalarına el sürdürmek istemeyenler onun için tüm dünyada demokratik rejimleri zayıflatmaya, tasfiye etmeye çabalıyorlar.
Oysa bugün dijitalleşme ve sosyal medya insanlara kendilerini ve görüşlerini çok çeşitli biçimlerde ifade etmede benzersiz yeni olanaklar sunuyor ve insanlar bu olanakları büyük bir tutkuyla kullanıyor. Ancak merkez sağ ve merkez sol partilerin egemenliğindeki ya da otoriter politik rejimler, o aynı insanlara politik karar ve uygulamalara daha çok katılma, kararların hayata geçirilmesinde yeni biçimlerde rol oynama olanakları sunmaya, demokrasiyi derinleştirmeyi yanaşmıyorlar. Böylece yeni gericiliğin yükselişine zemin hazırlıyorlar.
Ancak İbni Haldun’un yüzlerce yıl önce Mukaddime’de çok güzel anlattığı gibi, hegemonik yapıların her zaman belli bir ömrü var. Bugün, batının beş yüzyıl önce başlayan küresel hegemonyası karşısında Asya’nın yükselişe geçtiğini, en başta Çin’in her alanda güçlendiğini görüyoruz.
Demokrasiyi yönelik saldırılara rağmen dünyanın çeşitli ülkelerinde emekçi ve orta sınıf hareketleri, demokratik protestolar yeniden güç kazanmaya başlıyor. Kadın hareketi etkisini artırıyor. Hep birlikte var olmayı savunan kadın liderler rollerini artırıyor. Yeşil hareket, başta Avrupa olmak üzere her yerde yavaş yavaş öne çıkıyor. Dört bir yanda yeni arayışlar, yeni denemeler görülüyor.
En güzeli, bugün tarihte ilk kez olarak hiyerarşilerde daha yukarılarda olanları kendine örnek almayan ve durumunu, yeni olanı kendisi yaparak değiştirebilecek bir kuşak yetişiyor. Milliyetçiliğin hemen her yerde yükselmesine rağmen, çocukların “Cumaları Gelecek İçin” hareketi kısa sürede küreselleşti, bütün kıtalarda 100’den fazla ülkede 2000 ayrı gösteri düzenler hale geldi. Bu, hiç de “bir seferlik”, “bir yanıp sönecek” bir hareket gibi görünmüyor.
Fikirler dünyasında da evren-doğa-teknoloji-insan ilişkisine bakışımızda yeni bir aydınlanma getirebilecek, yeni bir anlatı çıkarabilecek bir canlanma var.
***
Marx’ın dediği gibi, “Tarih başka türlü gelişmesi mümkün olmadığı için böyle gelişmiştir”. Evet, o hegemonyalar zinciri oluşmadan iyisiyle kötüsüyle bugünlere gelemezdik. Mesele, doğru muydu yanlış mıydı meselesi değil. Şimdiye kadar olan tarihi böyle açıklayabiliriz, ama bugün artık başka bir türlü gelişmeye yönelemez miyiz?
Başka türlü bir gelişme ne demek? Mevcut hegemonya kalıplarını, bu kez kendi yararımıza olacak şekilde tam tersine çevireceğimiz bir gelişim mi? Bize yapılanları bu kez bizim diğerlerine yapmaya başlayacağımız bir yönelim? Çin diyelim, yarın daha da güçlenince bu kez Batı ülkelerine tarif edilemez acılar yaşatacak bir sömürgeciliği mi benimsemeli? Ya da, sözgelimi, bize işkence yapanlara bu kez biz mi işkence yapacağız? Bizi susturanları bu kez biz mi susturacağız? Yol bu mu? Güç bu mu olacak? Yeni bir gelecek kurmanın motivasyonu hesaplaşma ve intikam mı olacak?
Büyük soru şu: Biten bir hegemonyanın yerini, şimdiye kadar hep olageldiği gibi, mutlaka bir başka hegemonya mı almalı? Peki, ama doğada hegemonya var mı? Akıl ile duygular, beyin ile beden; hangisi hegemon? Ya bir arada sembiyoz halinde yaşayan vücudumuzdaki bakteriler ile bedenimizin organları veya ağaçların kökleri ile mantarlar; hangisi diğerine hükmediyor? Biz niçin hegemonya peşindeyiz?
Hiçbir hegemonyanın olmayacağı bir dünyaya yönelemez miyiz?
Başka bir yaklaşımla, gücü dünyanın canlı enerjisine hükmetmeye çalışmak yerine o enerjiyle uyumlu davranmaya, diğer insanları kontrolümüz altına almak yerine onlarla sinerji yaratmaya çalışmakta arasak güçlü olamaz mıyız? Gücümüz “olmayan bir güç” olamaz mı?
Biz insanlar bunları yapma yeteneğine sahibiz. Gerçek güç kaynağımız bu yetenek.
* * *
Aslında bugün dünyamızın büyük ölçüde kendi kendini yönetebilir; karmaşık, uyarlanabilir küresel bir sistem olarak işlemesi—hegemonyasız bir dünya—için gerekli maddi altyapı oluşmuş durumda. Sanayi çağı (1760-1850) ekonominin kas sistemini oluşturmuştu, şimdi dijital çağ (1980-2030) bunun sinir sistemini oluşturuyor. Dijital ağlar bizi diğer bütün insanlarla ve canlılarla, insanlığın tüm kültürel birikimi ve varlığıyla, tüm olay ve gelişmelerle, tüm makine ve nesnelerle, tüm teknolojilerle–geçmişin tüm birikimiyle ve geleceğin tüm potansiyelleriyle–gerçek zamanda bağlantılı hale getirebilir.
İnsanlık deneme yanılma yöntemiyle hegemonya ilişkileri olmaksızın bir arada nasıl yaşayabileceğinin yollarını aramaya başlayabilir. İnsanlar gezegenin nasıl yeniden canlanacağı ve gelişeceğine ilişkin kaygıları ile kendi psikolojik, manevi ve fiziksel gelişimlerinin nasıl canlanacağına ilişkin kaygılarını birlikte ele alabilirler. Zihniyetler değişebilir. Böylece bir noktada insanlığın genel gidişatında bir dönüm noktası, bir çatallanma belirebilir.
Süreç içinde politik müdahalelerle; sistemlerin bağlantılarının zenginleşmesi, parçaların çeşitlenmesi, ilişkilerin ve değiş tokuşların yoğunlaşması, her türlü sınırın geçirgenliğinin artması—hepsi de kuşkusuz kaosa kaymayacak ölçüde—ve geribildirimlerin daha etkin hale gelmesi sağlanabilir. Sosyal ve ekolojik ağların daha geniş kombinasyonları denenebilir.
İnsanlar doğal evreni ve insan yapısı dünyayı yeniden evimiz gibi hissedebilmek için “Tam olarak insan olmak ne demek?” “Doğayla, evrenle yeniden bir araya gelmek ne demek?” “Canlandırıcı deneyimler ve diğer insanlar ve mekânlarla derin bağlantılarla dolu bir yaşam, tam yaşam nasıl olur?” sorularına birlikte yanıtlar getirerek sistemlerini birlikte yenilemeye çalışabilirler.
Demokratik tartışmalarla varacakları mutabakatlar doğrultusunda sistemlerin etiketlemelerinde değişikliklere giderek—sözgelimi “azami kâr” etiketinin “sürdürülebilir gelir” etiketiyle ya da “hissedar değeri” etiketinin “sosyal paydaşların değer paylaşımı” etiketiyle veya “kontrol et” etiketinin “uyum sağla” etiketiyle değiştirilmesiyle—sonuçların değişmesi sağlanabilir. Parçaların toplaşım ve bağlantı tarzları, doğrusal-olmayan davranışın derecesi, akışların ve onlardaki katlayan ve geri-çevrim etkilerinin yön ve miktarı, çeşitlilik dereceleri bu kez “insanlığın doğal varoluş tarzı” doğrultusunda etkilenebilir. Birbirimizle ve doğayla—ve teknolojiyle—olan ilişkilerimiz yeni bir uyuma kavuşabilir.
Böylesi bir ağlar dünyasında düzen nasıl olabilir? İnsanlar varacakları mutabakatları yaşama geçirmek için elbette birlikte normlar, kurallar, yasalar, düzenlemeler belirleyecek ve bunları tahkim edecek bazı kurumlar inşa edecektir. Böyle düzenleyici bir kurallar ve kurumlar hiyerarşisi hem kaosa kaymayı hem de şu ya da bu özel çıkar için hegemonya kurulmasını önlebilir.
Kuşkusuz her şey bugünden nasıl bir yaklaşım benimseyeceğimize bağlı.
EK
Birlikte-uyarlanma, birlikte-evrim, birlikte-büyüme teorisi olarak
Karmaşıklık Teorisi
Bütün organizmalar, canlı sistemler, ekosistemler kendi-kendini örgütleyen ve kendi-kendini-uyarlayan, doğrusal-olmayan karmaşık sistemlerdir.
Bütün kendi-kendini-uyarlayan sistemler kozmos/düzen ile kaos/kargaşa arasında bir yerde konumlanırlar. Hayatın, gelişmenin, çeşitlenmenin olduğu yer burasıdır. Kozmosa kayma durağanlığı, kaosa kapılma ise dağılmayı getirir. Sistemler barındırdıkları çeşitlilik derecesine göre kozmos ya da kaosa kayarlar; çok az çeşitlilik kozmosa, çok fazla çeşitlilik kaosa yol açar. Eşikte kalacak kadar çeşitlilik hayatın ve evrimin temelidir.
Çeşitlilik; sistemi oluşturan parçaların çeşitliliği kadar, aralarındaki bağlantıların ve hem her birinin hem de bir bütün olarak sistemin dış dünyayla olan bağlantılarının çeşitliliğidir.
Bir sistem farklı parçalardan ve bunlar arasındaki bağlantılardan oluşur. Karmaşıksistemlerin parçaları farklı davranışlar sergileyen parçalardır. Aktörleri aynı davranışı gösteren sistemler karmaşık-olmayan, öngörülebilir davranışlar sergiler. Karmaşık sistemler karmaşık davranış sergiler—bu, istikrar sağlamaya yetecek kadar düzenli, ama yine de esneklik ve sürprizlerle dolu bir davranıştır.
Bir sistemin niceliği ve niteliği, parçalarının nicelik ve niteliklerinin toplamından daha farklı ve daha fazladır (ya da daha azdır). Bağlantıların sağladığı etkileşim, parçalar arasındaki “mekânda” (sistemde) “yeninin doğmasını” mümkün kılar.
Karmaşık sistemler kaynak/enformasyon akışları içinde yer alır ve hem bu akışları değişime uğratır hem de değişir, kendilerini akışlara (kendilerini çevreleyen ortama) göre uyarlarlar. Bu anlamda, sürekli değişen uyarlanmaları yansıtan sürekli değişen kalıplardan ibarettirler.
Sistemlerin kimliğini ve varlığını bu kalıplar ifade eder. Kimlik kolektiftir ve parçalardan bağımsızdır. Bağlantılılık içinde belirir. Sistemi oluşturan tek tek parçalar zaman içinde yenilenir, ama kalıplar aynı kalır.
Düğüm noktaları ve bağlantılardan oluşan ağlar, hem içlerinden geçen akışları çoğaltan, katlayan bir etki hem de bu akışların bir kısmını geri çevirip yeniden kullanan bir etkiyaratırlar. Böylece çıktıları girdilerinden hem nicelik bakımından fazla, hem de nitelik bakımından farklı ve daha çeşitli olur. Yenilik doğar.
Bu sistemlerde her bir parça/aktör diğer parça/aktörlerin sunduğu bağlama bağımlıdır. O nedenle çeşitlilik barındırmaları zorunludur. Barındırdıkları çeşitlilik sayesinde her yeni uyarlanma yeni etkileşimlere, yeni parçalar tarafından doldurulacak yeni kovukların belirmesine yol açar.
Karmaşıksistemler kaynak/enformasyon işleyen performans sistemleridir. Algılayıcıları ile dış dünyadan kaynak/enformasyon alır ve bunları işledikten sonra etkileyicileriyle dış dünyaya etkide bulunurlar. Bir sistemin algılayıcıları bir diğer sistemin etkileyicilerine duyarlıysa, aralarında etkileşim meydana gelir. Etkileyicilerin faaliyeti ile geri-çevrim etkisinin birleşmesi, sistemin kendi davranışlarına ilişkin çevreden geribildirim almasını, böylece kendini uyarlayabilmesini sağlar. Öğrenme gerçekleşir. Kural keşfedilir.
Karmaşık sistemler doğaları gereği her zaman yenidir, hiçbir zaman kendilerini tekrarlamazlar, o nedenle onların davranışını öngörmek mümkün değildir. Unsurların herhangi birindeki bellibir değişikliğin sistemin bütünsel davranışında hangi miktar ve yönde bir değişikliğe yol açacağını bilemezsiniz. Buradaki olasılıklar alanı sonsuza yakındır. O nedenle herhangi bir değişiklik, sistemin serpilip gelişmesine (daha çok kritik kaynak bulma yeteneğinin artmasına) olduğu kadar sönüp gitmesine de (kritik kaynak toplama yeteneğini yitirmesine) yol açabilir. Bu nedenle de bütün sistemlerin bir başı olduğu gibi kaçınılmaz olarak bir de sonu vardır.
Öte yandan olasılıklar alanının sonsuza yakın olması, sistemlerin bu alanın sunduğu bütün olanakları taramasını imkânsız kılar. Bu, ideal veya mükemmel ya da mümkün olan en iyi gibi kategorilerin geçersizliği anlamına gelir. Olan, ancak olanaklar alanının belli bir kısmının taranmasında rastlanabilenlerin en iyisi olabilir.
Gene aynı nedenlerden karmaşık sistemlerin ve bunların davranışlarının beliren bir doğaları vardır. Önceden planlanamazlar ve öngörülemezler, sadece belirirler. Gerek parçalarının gerekse kendilerinin özellik ve nitelikleri diğer parça ve sistemlerin sunduğu (ve sürekli değişen) bağlam içinde belirdiği için, hep yenidirler ve hep beliren (zuhur eden) bir doğadadırlar. Davranışları da sistemden doğar.
Karmaşıklık teorisi bu şekilde kaostan düzen belirmesini de açıklar. Bu sistemler kendi kendilerinin katalizörüdür (oto-katalitik). İki parça/aktör arasındaki bağlantı, diğer bağlantılar için katalizör işlevi görür. Her parça hem sistemin bir bileşeni, hem de bir katalizördür. Dış müdahaleye ihtiyaçları yoktur. Bir planlamacıları ya da koreografları yoktur.
Karmaşık sistemler parçaların sırayla ya da art arda bir araya gelmesiyle ortaya çıkmazlar (ya da kopmasıyla yok olmazlar), bir bütün halinde belirir ya da yok olurlar.
Kozmosun içinde, ama kaosa yakın konumlanırlar. Dağılmayacak kadar düzenli, esneyebilecek kadar kaotiktirler. Kaosun eşiği; karmaşık davranışın belirdiği, basit birkaç kuralın karmaşık davranışı ortaya çıkardığı, kararsız bir dengenin söz konusu olduğu, sürprizlerin yaşandığı ve hataların yapıldığı bir yerdir.
Gelişmeleri sıçramalıdır (doğrusal değildir). Küçük değişiklikler büyük sonuçlara yol açar. Karmaşık ama kaotik olmayan bu sonuçlar bütün ağ içinde bir çığ gibi yayılır. Kaldıraç etkisi ortaya çıkar. Bu patlamalı gelişme sonrasında sonuçların ancak bir bölümü yerleşik hale gelir. İyileşmeler azalır. Öğrenme eğrisi önce hızlı bir çıkış yapar, sonra yavaşlar.
Karmaşık sistemler birey aktörlerin kısıtlı kaynaklar için rekabetinin ve işbirliğinin diyalektiği içinde yol alır. Bir ekosistem (ya da ekonomik sistem veya kültürel sistem) içindeki aktörler birlikte-evrim gösterir. Ekosistemler birbirlerine alternatif rekabet içindeki aktörlerin varlığına ihtiyaç duyar. Kazanan alternatif kaybeden alternatifin zararını önler. Varoluş sembiyotiktir. Bütün kovuklar var olmak için diğerlerinin varlığına ihtiyaç duyar. Bir kovuktaki bir değişim diğerlerini de etkiler.
Uyarlanma aslında bir sistemin diğer sistemlere uyarlanması demektir. O nedenle aslında söz konusu olan her zaman bir birlikte-uyarlanma, birlikte-evrim, birlikte-büyümedir. Karmaşıklık teorisi her biri bireyci ve bencil var kalma amaçlarıyla davranan aktörlerin bağlantılılıksonucu nasıl işbirliğine girdiğini, birlikte geliştiğini çok iyi açıklar.
Gerek sistemlerin parçaları arasındaki gerekse sistemler arasındaki bağlantı ve etkileşimleri belirleyen temel mekanizma etiketlemedir. Parçaların hangi özelliklerinin diğer parçaların hangi özellikleriyle bağlanacağını bunların taşıdığı etiketler belirler. Böylece seçmeli bir etkileşim mümkün olur. Sistem böylece kendini geliştirir.
Etiketlemede, iç modelde ve yapı taşlarının kombinasyonlarında değişikliklere giderek karmaşık sistemlerin davranışını etkilemek mümkün olabilir. Parçaların toplaşım ve bağlantı tarzı, doğrusal-olmayan davranışın derecesi, akışların ve onlardaki katlayan ve geri-çevrim etkilerinin yön ve miktarı, çeşitlilik derecesi bu mekanizmalarla etkilenebilir.