15 Mart günü Yeni Zelanda’da ırkçı bir beyaz terörist iki camiye ateş açarak cuma namazını kılmakta olan 50 Müslümanı gözünü kırpmadan katletti. Amerika’da boy atıp 2015’teki göçmen dalgası sırasında Avrupa’ya sirayet eden beyaz ırkçılığının ulus ötesi bir hareket haline gelmiş olduğu bundan daha çarpıcı bir şekilde gözler önüne serilemezdi.
Aynı gün ulus ötesi hale gelmiş olduğunu kanıtlayan bir başka hareket daha kendini gösterdi. Ortaöğrenim öğrencilerinin iklim değişikliğine karşı önlem alınması amacıyla başlattığı “Cumaları Gelecek İçin” okul boykotu o gün ilk kez 100’den fazla ülkede 1000’in üzerinde şehirde gerçekleşti.
Diyebiliriz ki 21’inci yüzyılın kaderini bu iki olayda sergilenen iki karşıt zihniyet arasındaki mücadele belirleyecek.
Batı, batılı-olmayan dünyanın tarihini hep kendi küresel zaman ekseninde gördü. Kendi teknolojik üstünlüğünü daha zayıf olanlara yayarak kendini evrenselleştirmeye çalıştı – onun anladığı küreselleşme buydu.
2000’li yıllarda batı dışı dünyanın askeri-endüstriyel teknolojileri ve ekonomik gücüyle batıyı yakalamaya başlamasıyla batı modernizminin böyle tek yönlü evrenselleşmesi duvara tosladı. Sonuçta, Batı 500 yıllık üstünlüğünü yitirdi. Amerika (ve genel olarak batı) tarihsel yönelimini, pusulasını kaybetti. Batı küreselleşmenin bugünkü aşamasıyla başa çıkamaz hale geldi.
“Son imparator” ABD’nin şimdi her bakımdan yaşamakta olduğu büyük kırılma böyle başladı.
***
Yeni gericiliğin yükselişi temelde batının, son yüzyıllarda tadını çıkara geldiği ayrıcalıklı konumu sürdürmeyi başaramayacağı korkusunun bir ifadesi. “Önce Amerika” şiarından ticaret savaşları başlatma girişimlerine, politik sistemdeki çöküşten içeride dağılma süreçlerine kadar bu panik her yerde görülüyor.
Batının yaşamakta olduğu yön kaybı onun batı-dışı dünyaya artık nasıl bakacağını da bilememesini getiriyor. Yönünü bulamaması aşırı gericilik ve yabancı düşmanlığının önünü açıyor. Irkçı nefret, faşizan girişimler, antisemitist ve İslamofobik saldırılar, politik doğruluğun batı için zehirli bir tehdit gibi gösterilmesi, toplumları bölüp kutuplaştırma çabaları hep bu zeminde yükseliyor. Yeni bir nükleer silahlanma turu başlatma hevesi böyle boy atıyor.
Beyaz ırkçıların öne sürdüğü katliam gerekçesi beyaz ırkın dünya çapında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu. Beyaz ırkı ortadan kaldırmak isteyen global bir komploya karşı savaştıklarını ileri sürüyorlar. Christchurch katliamının sorumlusu, ABD başkanını “yenilenmiş bir beyaz kimliğin ve ortak gayenin sembolü” olarak gördüğünü söylüyor. Bu konuda görüşü sorulan Trump’ın yanıtı şöyle: “Beyaz ırkçılığın yükselen bir tehdit olduğunu düşünmüyorum.” (Bu arada Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin 2018 raporunda açıklandığı üzere dünyada en çok mülteci kabul eden ilk 10 ülke arasında sadece 1 tane batılı ülke var, o da İsveç)
***
Aslında Batının teknolojik, ekonomik, askeri, siyasi gücü hâlâ çok büyük ve uzun süre de öyle kalacak. Ne genel olarak batılı ülkelerin ne de “beyaz adam”ın varlığını tehdit eden bir şey var. Onların gözünü karartan hegemonyalarının—hem global çapta hem de kendi ülkelerinde—iyiden iyiye sorgulanır ve test edilir hale gelmiş olması. Korkularının kökeninde bu var.
Ve korku özgürlüğü yer.
Öyle de oluyor, batı kendisini batı yapan en önemli şeyi terk etmeye başlıyor–eleştirel düşünce (ve onun eseri olan özgürlük, demokrasi, insan hakları). Batıyı batı yapan büyük keşiflerin, Rönesans’ın, aydınlanmanın, onun insanlığa kattığı tüm kültürel, bilimsel ve teknolojik kazanımların temelinde asıl eleştirel düşünce yatar—bireyleşmeyle birlikte giden düzenli kuşkuculuk ve eleştirel düşünce. (Batı-dışı dünyanın ise farklı olarak sahip olmadığı tek şey buydu. Batıdan hemen her şeyi aldı, tek almadığı eleştirel düşünme özgürlüğü oldu. O yüzden aldıklarını da yüzüne gözüne bulaştırdı ve batı karşısında sonuçta hep kaybetmek zorunda kaldı.)
Yeni gericilik şimdi batının asıl cevherini böyle ayaklar altına alırken, batının insanlığa tüm tarihi boyunca yaşattığı en büyük acıların asıl müsebbibi olan “beyaz adamın üstünlüğü” ideolojisine, batının kara yüzüne sarılıyor. Yeni gericiliğin tek pusulası beyaz adamın bütün diğer halklar, kadınlar ve doğa üzerindeki acımasız hâkimiyetini sürdürme hırsı.
***
Bugün öyle bir durumdayız ki, bir yandan iklim değişikliğinin yol açtığı alışılmışın dışı doğa olayları öte yandan yeni gericiliğin ve beyaz ırkçılığının (ve onun ikiz kardeşi IŞİD vb’nin) panik atakları dünyanın her gün bir başka noktasında insanları gafil avlıyor. Batı kapitalizminde durgunluğun kalıcılaşmakta olması durumu daha da ağırlaştırıyor.
Açık ki insanlığa yeni bir yönelim lazım. Yalnız yönünü kaybetmiş batıya değil, 500 yıldır bir türlü yönünü bulamamış olan batı-dışı dünyaya da. Ortak inşa edilecek yeni bir yönelim. Bu kez tüm dünya tarihinin zaman ekseninde iş görecek yeni bir yönelim—yeni bir insanlık zihniyeti, insanlığın yeni bir tarzı.
İşte 15 Mart 2019 günü yaşanan ikinci büyük olay bize bu ortak yönelimi, yeni zihniyeti, var oluş tarzını nerede bulabileceğimizi gösteriyor. Yüzden fazla ülkede farklı milliyetlerden, dinlerden, kültürlerden, sosyal sınıflardan on binlerce çocuk aynı endişeyi paylaşıyor. Onlar kaderlerinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu yaşayarak görüyor. Bu kadar küresel bir eylem daha önce hiç görüldü mü, bilemiyorum. Ama bunun sadece bir başlangıç olduğunu öngörebiliyorum.
Ne Trumpgillerin ülkelerin sınırlarına, insanların kafalarına, özgürlüklerin çeperine çekmeye çalıştığı duvarlar ne mevcut diğer sınırlar bütün kıtalardan çocukların o gün aynı meydanda buluşmasını önleyebildi. O çocukların gördüğünü yarın herkes görecek. İklim değişikliğini hızlandıranlar ile insanları yerlerinde yurtlarında yaşayamaz hale getirip daha yaşanabilir yerlere göç etmek zorunda bırakanların, işsizliğin ve gelir eşitsizliğinin sorumlularının bir ve aynı zihniyetin temsilcileri—doğa üzerindeki tahakkümlerini, diğer insanlar üzerindeki tahakkümlerini ne pahasına olursa olsun sürdürmek isteyenler—olduğu saklanamaz hale gelecek.
Batının gerçek cevheri şimdi o çocukların eylemlerinde yeni bir anlam kazanıyor, global— ama bu kez kelimenin tam anlamıyla evrensel—bir değer haline gelerek önümüzdeki yolu aydınlatıyor. İnsanlığı büyük bir buluşmaya, bütün dünyayı birlikte yeni bir yönelim inşa etmeye çağırıyor.
***
Condorcet’in altını çizdiği gibi, felsefe tek bir hamlede politikanın, toplumun, ahlakın, eğitimin, dinin, uluslararası ilişkilerin ve yasaların temel ilkelerini değişikliğe uğratır. 15 Martı izleyen günlerde Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in kararlı bir şekilde ırkçılığı mahkûm etmesi, anında eyleme geçmesi ve vahşi saldırıya hedef olanlarla derin bir empati sergilemesi tüm dünyada – batıda da doğuda da – büyük destek kazandı. O gece Dubai’de dünyanın en yüksek binası olan Burj Halife’nin tüm cephesi Ardern’in başörtülü resmiyle kaplıydı.
Terörün yandaşlarının beklentisinin tersine saldırının ardından tüm dünyaya korku ve yabancı düşmanlığı yayılacak yerde, BBC’ye verdiği demeçte, “Küresel olarak güvenli ve hoşgörülü ve kapsayıcı bir dünya istiyorsak bunu sınırlar kapsamında düşünemeyiz. Irkçı gerici ideolojinin kökünü kazımak için global bir mücadele vermeliyiz” diyen Ardern’in çağrısı yankılanıyordu.
Geleceğimizin bu çocuklara bağlı olması ne kadar güzel – izleyelim: