Kadın haklarına ve kadın hareketine şiddetle karşı olmak son dönemde birçok ülkede yükselen yeni gerici güçlerin en önemli ortak yanlarından biri. Trump’tan sonra Brezilya’nın yeni başkanı Bolsonaro da kadınlara (ve LGBTİ’lere) savaş açtı. İtalya’da Salvini’nin partisinin iktidar ortağı olmasıyla kadınların devlet hastanelerinde kürtaj yaptırmaları fiilen imkânsız hale geldi. İspanya’daki “kardeş” parti ise Madrid sokaklarında üzerinde Stop Feminazis yazısı giydirilmiş otobüsler dolaştırıyor. Macaristan’da Urban, Polonya’da Morawiecki kadın haklarını geriletecek yasalar çıkarma peşindeler. Benzer girişimler bizde de dini gerekçelerle gündeme getiriliyor.
Yeni gericilik (kimilerinin sağ popülizm dediği siyaset), işyerinde patronun, pazarda satıcının karşısında iyice güç yitiren, devletin karşısında zaten hiçbir zaman güçlü olamamış “küçük adamın” şimdi kadının yükselişi karşısında elindeki son güç parçasını, evdeki gücünü de yitirip iyice iktidarsızlaşacağı korkusunu (ve bir de kapıya dayanan göçmenlerin elinden işini, ekmeğini ve kimliğini alacağı korkusunu) istismar ederek güçlendi ve güçleniyor.
“Seçimle gelen otoritarizm” biçimindeki yeni gericiliğin boy atması en tepedekilerin en çaresiz olduğu bir döneme denk düştü: 1980’lerden beri uygulana gelen neoliberal politikalar en üstteki yüzde 1’in tüm gelirin yüzde 20’sini aldığı, geri kalan yüzde 99’un yüzde 80’i paylaştığı bir dünya yarattı. Üretkenlik ve reel ücretler uzun yıllardır tıkanmış bulunuyor. 2008’de patlayan büyük finansal krizden sonra bir türlü istikrarlı bir büyümeye dönülemedi. Pasta yeterince büyümüyor. Üstelik Soğuk Savaşın sonra ermesiyle bir yandan eski doğu bloku halkları öte yandan üçüncü dünya halkları küresel pastadan daha fazla pay ve dünya gelişmesinde daha çok söz hakkı istemeye başladı. Arap Baharından Occupy Hareketine birçok yerde ilk ciddi tepkiler boy gösterdi. Bu arada Doğu Avrupa halkları da sosyalizmin ardından batı kapitalizminden umduklarını bulamamanın düş kırıklığını yaşıyor. Hemen her yerde öfke kabarıyor. Geleneksel partiler artık güven kazanamıyor.
Hepsinin arka planında çoktan kontrol dışına çıkmış olan iklim değişikliği ve doğa tahribatı hızla doğal kaynakları zora sokuyor. Ekonomileri zorluyor. Çevreci hareket her yerde yükseliyor. 2015’te BM Paris Anlaşmasıyla önemli bir kazanım elde edildi.
Ve bir de Çin’in yükselişi var.
Bu koşullarda en üsttekilerin demokrasi ve insan haklarının daha da gelişip yaygınlaşmasına, özgürlüklerin güçlenmesine fazla tahammülü olamazdı. O yüzden yeni gericiliğin yükselişi en tepede gizli bir sevinçle karşılandı, el altından desteklendi. Ondan beklenen mevcut düzeni tehdit eden hareketlerin engellenmesi, bunları besleyen kaynakların (demokrasinin, insan haklarının, eleştirel medyanın ve eleştirel sosyal bilimlerin, genel olarak eleştirel düşüncenin) kurutulmasıdır. Herkes haddini bilmelidir. İnsanın ve doğanın sömürüsü devam etmelidir. Yüzde 20 yüzde 30’a, yüzde 50’ye çıkmalıdır.
Onlar için – bütün dünyanın bütün egemen (erkek) güçleri için – kadının yükselişi en büyük tehlikedir. Çünkü, tüm sömürü sistemlerinin atası olan erkek egemenliğinin daha da zayıflamasının insanı ve doğayı sömürmeyi mümkün kılan sistemlerin sonunu getirecek yolu açacağını biliyorlar. Ve kadınların hareketlerinin budamaya çalıştıkları demokrasi, insan hakları ve çevre hareketlerinin katalizörü olacağının farkındalar.
Oysa göç nasıl geri dönmezse, evden çıkan kadın da bir daha geri dönmez. Kadınlar her yerde cesaretle onların karşısına dikiliyor. Rengârenk hareketleriyle, her yerde, uygun biçim ve tarzlarda seslerini yükseltiyorlar.
İşte bugün 8 Mart’ta da bütün dünyada bütün şehirlerde, hatta birçok yerde baskıları göze alarak, sokaklara çıkıyor ve “biz buradayız” diyorlar. Haftaya bugün, 15 Nisan’da da o kadınların çocukları, onların öğrencileri sayısız şehirde iklim değişikliğine karşı etkin önlemler alınsın diye bir günlüğüne okullarını boykot edecek.
Umutlu olmak için yeterince sebep var.
Ufukta Mor/ Yeşil/Kırmızı bayraklarla gelecek olanların görüneceğini umut edebiliriz.
Ancak şu da var — Türkiye’de (ve dünyada da) solun ve genel olarak ilerici hareketlerin sonuçta zayıf ve etkisiz kalmış olmasının çok önemli bir nedeni de uzun yıllar kadın sorununa (sonra aynı şekilde çevre sorununa) ilgisiz kalması, hatta kadın (ve çevre) hareketlerine olumsuz bakmış olmasıdır. Ancak sol örgütlerdeki kadın arkadaşlar —feministlerin de etkisiyle — kendi başlarına harekete geçtikten sonra erkekler olarak çoğumuz onlardan bir şeyler öğrenmeye ve onları desteklemeye başladık. Ama iş işten geçmişti. Bu da hepimize ders olmalı. Yoksa umut bir çare değildir.