Yeni bir anlatı

Pandemi bir yana, bugün insanlık tarihinin çok farklı bir döneminde yaşıyoruz. Kapitalizmin egemen çevreleri giderek demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden geri çekiliyorlar. Ulus devletler kısmen kendi içlerine kapanıyor, küresel işbirliklerinden uzaklaşıyorlar. Uluslararası alanda büyük güç savaşları kızışıyor. Küresel zenginlikleri kontrol etme mücadeleleri keskinleştikçe, eşitsizlikler de artıyor. Dolayısıyla hemen her yerde eşitsizliğe karşı mücadeleler çok çeşitli şekillerde boy atıyor. Örneğin, “Siyah Hayatlar Önemlidir” direnişi ile Beyaz Rusya’daki başını daha çok kadınların çektiği özgürlük direnişi birbirinden hiç de ayrı değil. Bugünün bağlantılı dünyasında her tekil (hatta bireysel) direniş bir kelebek etkisi yaratıyor.   

Bu bir bozgun dönemi aslında. Sosyalizmin yaşadığı bozgundan sonra liberal kapitalist düzen de bozgun halinde. Ekonomiler zaten sürekli bozgun durumunda. “Hakikat sonrası” ya da “alternatif gerçekler” gibi kavramların geçer akçe haline gelmesinden, enformasyon ekosistemlerinin bilgilendirmeden çok kandırmaya hizmet etmesinden daha açık bir bozgun alameti olabilir mi? Küresel iklim çöküşü bu bozgunu daha da derinleştiriyor. Neoliberalizm, tıpkı çağırdığı sihirli kuvvetleri durdurmayı bilemeyen büyücü çırağı gibi bu bozgun kuvvetleri karşısında çaresiz.  

Kimileri hâlâ kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Trump, Xi Ping, Putin, Bolsanora gibilerin kibirlerinden yanlarına yaklaşılmıyor. Birkaç ay önce Belarus başkanı Lukaçenko da öyleydi.

Yaşanan bozgun dönemi, insanlığın çevresine adapte olma yeteneğini yitirmekte olmasının, bununla da kalmayıp hegemonyacı çabalarla bu süreci daha da hızlandırmasının bir sonucu. Kapitalizmin mutlaklaştırılmasıyla bütün insanlığa sirayet eden bencillik, bireycilik, ben merkezciliğin tek önemli sonucu insanlığın kendi ayağına kurşun sıkması olmuştur.

İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak olarak yozlaştırır diye bir söz vardır. Yaşadığımız bozgun koşullarında diyebiliriz ki artık çatışma, öteki tarafı yenme, tutsak alma, yok etme, sahneden silme gibi alışıla gelmiş hedeflerle yürütülen her türlü politika—ister iktidarda ister muhalefette olsun—yozlaştırıyor, bu tür mutlak (otoriter, öteki düşmanı) politika mutlak olarak yozlaştırıyor.

Alışıla gelmiş politikalarla, eski anlayışlarla bu bozguna karşı durmak mümkün değil. Hiçbir şey geriye dönmez. Evet, dünyada büyük güç savaşları kızışıyor, ama bugün ulus efsanesine, diğer uluslara karşı saldırgan, çatışmacı bir ulusal kimliğe sarılma çabaları sadece umutsuz nostaljileri besliyor. Evet, dünyada gerçekten bir avuç dev finans ve teknoloji tekeli insanlığın ürettiği zenginliğin neredeyse yüzde 90’ına el koyuyor, sınıfsal eşitsizlikler artıyor. Ama aynı şekilde, sınıf efsanesine sarılma, sınıflar arası savaşlarda çıkış aramak da sadece nostaljik intikam duygularının esiri olmayı getirir.    

***

“Bize yeni bir anlatı lazım” sözünü son yıllarda sık sık duyuyoruz. Ama şöyle bir soru da var: Bize yeni bir anlatı mı, yoksa yeni bir tür anlatı mı lazım?

Alışıla gelmiş anlatılar, insanlığa nihai bir hedef gösterirdi. Önerilen yol izlenirse gelecekte ulaşılabilecek nihai bir insanlık durumu olurdu bu. Siyasi partilerin de genellikle bu tür hedefleri betimleyen nihai (ya da azami) programları olurdu.

Oysa şimdi değişim ve gelişmenin giderek hızlandığı ve insanlığın tüm faaliyet ve varoluş tarzları arasındaki bağlantıların aralıksız karmaşıklaştığı koşullarda, “Geleceğin bir programı yapılabilir mi, arzu edilen geleceğin yol haritası çıkarılabilir mi?” şeklindeki ciddi soru çıkıyor karşımıza. Bugün şunları daha açık görüyoruz. Bizi geleceğe götüren yolu şimdiki zamandaki eylemlerimiz döşüyor. Ama her yeni eylem gezegen çapında bir karmaşık sistem olarak işleyen insanlık durumunu şöyle ya da böyle değiştiriyor ve yeni, farklı, değişik bir insanlık durumu yaratıyor. Yeni durum kaçınılmaz olarak eski öngörüleri değiştiriyor. Her yeni durum anlık olarak beliriyor, geçici oluyor.

Yani tarih planlanabilir bir süreç olarak gelişmiyor, toplum belli bir projeye göre, bina inşa eder gibi kurulmuyor—tarih yapılmıyor, çoklu aktörlerin karşılıklı eylemleri sonucu oluyor, toplumlar karşılıklı etkileşimler içinde oluşuyor ve değişiyor.

Biz ancak bugün atacağımız adımı belirleyebiliriz ve o adımı atarken onun bile ne gibi sonuçlar getireceğini tam olarak bilmeyiz. O nedenle gelecekteki nihai hedeflere dair geliştireceğimiz her anlatı bir masal olmaktan ileriye geçemez.

Ama biz insanlar anlatısız yapamayız. Çünkü anlatılar hayatımıza bir anlam vermemize yardımcı olur. O nedenle, elbette yeni bir anlatıya ihtiyacımız var, ama bu ancak yeni tür bir anlatı olabilir.

Yeni bir anlatı nasıl olabilir?

***

İki büyük hakikat var. İkisini de genellikle görmezden geliyoruz. Aslında ikisinin de doğru olduğunu gayet iyi biliyoruz ama işimize gelmediği için bir türlü kabul etmiyoruz. Oysa insanlığın ve yeryüzündeki tüm yaşamın geleceği bu iki hakikati bütün boyutlarıyla kabul edip etmeyeceğimize bağlı.

Şimdi Covid-19 salgını bize bir kere daha bu iki büyük hakikatle yüzleşme imkânı veriyor. Birinci hakikat: Biz insanlar (ve bütün yaşam) gelip geçici varlıklarız. Hiçbirimiz kalıcı değiliz. Hepimiz ölümlüyüz. Ölümü yenemeyiz. Hiçbir teknoloji bize ölümlülükten kurtulma imkânı veremez. İçinde yaşadığımız “büyük teknolojik dönüşümler çağında” bir virüsün birkaç ayda yüzbinlerce insanı öldürebileceğini hangimiz düşünebilirdi?

İkinci büyük hakikat: Hiçbirimiz, hiçbir canlı diğerlerinden ayrı olarak var olamaz, herkesin hayatı birbirine bağlı, hepimiz arasında karşılıklı bağımlılıklar var ve birbirimize muhtacız, hikâyelerimiz birlikte örülmüştür. Ama birbirimiz üzerinde kontrolümüz yok. Ne diğer insanlar üzerinde, ne diğer canlılar üzerinde, ne de doğa kuvvetleri üzerinde gerçek bir kontrol kurmamız mümkün. Bütün evren sürekli kombinasyon değiştiren ve sürekli hareket halinde olan belli sayıda molekülün mucizesi, bizim irademizin bütün bu muazzam hareket üzerinde çok küçük, çok cüzi bir etkisi var.

İki hakikat bir araya gelince şunu görüyoruz: Biz insanlar varlığın muazzam topluluğu içinde görece önemsiz üyelerden başka bir şey değiliz. Ve bu büyük topluluk içinde hiçbir istisna yok. Hiçbir ayrıcalığın temeli yok. Kimse (hiçbir canlı) diğerlerinden daha önemli değil. Ve hiçbirimiz özerk değiliz.   

Ama binlerce yıldır insanlar kabilelere, sınıflara, uluslara ayrılıp birbirlerini kontrol etmeye, diğerlerini kendi çıkarlarına kullanmaya çalışıyor.  Anlaşmazlıklar, savaşlar hep bundan, kim kimi sorusundan çıktı, çıkıyor. Bazıları efendi olmak, hep efendi kalmak, diğerlerini köleleştirmek, köle olarak tutmak istiyor. Bu binlerce yıllık deneyim çoğu zaman erkekleri de kadınları köleleri olarak görmeye koşullandırıyor ve bunun tersi de doğru.           

Cengiz Han gibi İskender de bütün bilinen dünyayı fethetmenin peşindeydi. Bir zamanlar “üzerinde güneş batmayan imparatorluklar” vardı. Nazilerin hayali bütün Avrupa’yı ele geçirmek, “bin yıllık imparatorluk” kurmaktı. Hem liberal kapitalist sistemin hem sosyalizmin iddiası bütün dünyayı kapsayacak bir sistem haline gelmekti. Ne oldu?

Kelle kesici IŞİD militanları Suriye’de, Irak’ta eski uygarlıkların miraslarını yıkarak yok etmeye çalışırken asıl dinamitledikleri dünya çapında İslamcı siyasetin temelleri olmadı mı? Ayasofya’yı yeniden cami yapmanın sonuçları farklı mı olacak?

Bugün bir virüsün bile hareketlerini kontrol edemiyoruz. Umutlarımızı aşıdan çok virüsün kendi başına mutasyon geçirip konaklarını öldürmemeye başlamasına bağlıyoruz. Aşı bulunacak olursa en büyük korkumuz aşıyı bulacakların bunu da diğer insanlara karşı bir hegemonya aracı olarak kullanması olacak. Felaketler gibi nimetlerin de insanlar arasında eşitsiz dağıldığını artık biliyoruz. 

Oysa insanlığın kaderi hiç de diğer insanları (ve canlıları) kontrol etmek, onlara egemen olmak değildir, bizim kaderimiz çevremize (ki onun yüzde 99’u diğer insanlar ve canlılardan oluşuyor) en iyi şekilde adapte olmaktır. Biz canlılar böyle var olduk, çevremize adapte olabildiğimiz için ve olabildiğimiz sürece geliştik. Çevreye adapte olamayan canlı türleri ise yok oldu. (Küçük bir not: Charles Darwin, “En iyi adapte olan var kalır” demişti, evrim teorisini felsefeye uyarlama iddiasındaki Herbert Spencer ise bunu “En güçlüler var kalır” şeklinde yorumlamış ve bu yorum Batılı siyaset ve iktisat teorilerini etkilemişti.)

İnsan yeryüzüyle birdir, onun bir parçasıdır. İnsan diğer insanlarla birdir. İnsanlığın bir parçasıdır. Var olmak çevreyle uyum sağlamak, uyarlanmaktır.

Onun için dünyayı değil, dünyayla olan ilişkilerimizi değiştirmeliyiz. 

***

Yeni tür bir anlatı diğer insanlarla, diğer canlılarla ve doğanın kuvvetleriyle, kısaca yeryüzüyle ya da kozmosla yeni tür ilişkilerin anlatısıdır—yeni bir hedefin değil, yeni bir tarzın, yeni bir varoluş biçiminin anlatısı.

Yeni tür ilişkilerin çıkış noktası ötekilerle uyum sağlamak, kendimizi çevremize uyarlamak, giderek uzaklaştığımız hayatla, yeryüzüyle, kozmosla buluşmak, onun hareketiyle rezonans yakalamak, titreşimlerimizi tutturmak olacaktır. Aslında insan ruhu dünyayla, bütün yaşamla, kozmosla ilişki içinde olduğunun daha en baştan farkındadır. Ahlak da sadece sosyal ilişkilere değil, insan ile doğanın düzeni arasındaki ilişki hakkındaki bilişin ürünüdür. Vicdan da bununla bağlıdır. Metafiziğin kaynağı da buradadır.

Diğer insanlarla ve canlılarla, tüm kozmosla derin fiziksel ve metafizik karşılıklı bağlantımızın farkına varmamız bizi “büyük buluşmaya” götürecektir. Varoluşumuzun bağlı olduğu hava, su, toprağın oluşum ve gelişimi de solucanlardan, mantar ve bakterilere kadar başka yaratıklara bağlı ve bağımlı. Hiçbiri özerk değil. Biz de değiliz.

Onun için sadece hayatın geniş topluluğunun ayrılmaz bir parçası olduğumuzu anladığımızda, anlam anlayışımız değişmeye başlar, canlı dünyaya saygı, alçakgönüllülük ve hürmet içinde yaklaşırız. Ve arkası gelir.

***

Bizi yeni tür ilişkilere girmekten alıkoyan başlıca unsur her birimizin ilişkilerimizi ve ahlaki taleplerimizi ortak bir dünya perspektifinden değil, “kendi (kişisel, sosyal, sınıfsal, dini, ulusal ya da kültürel vb.) dünyamızın” perspektifinden düzenlemeye çalışmasıdır. Böylece hepimiz kendimizi belli “kapalı devreler” içinde kalmaya mahkûm ediyoruz. Oysa kapalı devrenin esiri olmaktan kurtulamazsanız dünyayı özgürleştiremezsiniz.

Kapalı devreler eşitsizlik devreleridir. Eşit olmayanlar birlikte yaşayamaz, işbirliği yapamaz, rekabet de edemez, anlaşmaya da varamaz. Eşit olmayanları birbirleriyle kıyaslamak da mümkün değildir. Eşitsizliğin egemen olduğu bir dünyada barış ve huzur olamaz.

O nedenle yeni tür bir anlatı eşitlik temelinde çözümlere, birbirimizle ve çevremizle ilişkilerde eşitliğe, göz seviyesinden yürütülen ilişkilere ilişkin bir anlatı olmalıdır.  

Kimi zaman modernizmin ve Batı hâkimiyetinin başlangıç noktası olarak 1492’de Amerikalar’ın keşfi gösterilir. Doğrudur, izleyen bütün o büyük keşif ve icatlara götüren yolun ilk taşı o adımla konmuştur. Aynı yol sömürgeciliğe de ve köle ticaretine de götürmüştür kuşkusuz. Ama İspanya’da son Endülüs devletini yıkarak bir tür soykırımla Müslümanların, Yahudilerin ve Katoliklerin yüzlerce yıldır sürdürdüğü barış içinde bir arada yaşamaya (convivenza) son veren yeniden fetih de (reconquista) aynı 1492 yılında yaşanmıştır. Modernizmin hep böyle iki yüzü olmuştur.

Bir anlamda bozgun—bizi biz yapan şeylerden adım adım uzaklaşıp uçuruma yaklaşmamız, başlayalı çok oldu aslında. Şimdi bu süreci tersine çevirmeye başlamalıyız. Doğaya ve topluluğa yeniden yaklaşmaya, eşitliğe dayalı uyumlar aramaya, birbirimize ve doğaya hürmet ve ihtimam göstermeye başlamalıyız. Eşitliği her alanda nasıl sağlayabileceğimizi birlikte aramaya başlamalıyız.  

Bu mümkündür. Yaşanan büyük felaketlerde hemen birbirlerinin yardımına koşan çok sayıda insan görürüz, insanlar sevgi, cömertlik ve merhametle bağlıdır. O nedenle işbirliği yapabilirler. Kişinin kendisi için kaygı duyması (kendini geliştirme çabası) ile bütün için kaygı duyması (bütün karşısındaki ödevlerimiz) çelişkili değil birbirlerini tamamlayıcıdır.

İnsana yakışan yaşam tarzı birlikte yaşamaktır. Birlikte çaba göstermektir. Mücadele etmek değildir.  

***

Ne var ki bir şekilde gücü eline geçiren ve diğer insanları, canlıları ve doğayı kendi amaçları için köleleştirmek isteyenler baştan beri insanlara mücadeleden başka bir yol bırakmamışlardır. Ulusal, sınıfsal ve dini karşıtlıkları icat edip geliştirenler ezilen ve sömürülenler değil bunlardan yarar sağlayanlar olmuştur. Bugün de yaşadıkları bozguna verdikleri yanıt farklı değildir. “Defol” sloganlarıyla alanları dolduran on binlere, Belarus Çarı’nın verdiği yanıt elinde Kalaşnikov’la poz vermek, tutuklamalara gitmek oluyor.

O nedenle insanlar geleneksel direniş yöntemlerine başvurmaya devam ediyor ve edecekler. Ama Occupy Wall Street’ten Arap Baharı’na ve Gezi’den Sarı Yeleklerin ve Hong Kong özgürlük aktivistlerinin uzun süreli grevlerine kadar 21’inci yüzyılda tanık olduğumuz bütün direnişlerin beklenen sonuçları alamamış olmasının gösterdiği gibi, geleneksel direniş yöntemleri tek strateji olarak kaldığı sürece değişimi sağlamaya yeterli olmuyor.

Aynı şekilde mevcut siyasi partilerinin “yukarıdan” ve “merkezden” uğraşları “aşağıdan” ve “yerelden” aralıksız ve yaygın çabalarla tamamlanmaya ya da “dürtülmeye” ihtiyaç duyuyor.    

Ne güzel ki yeni kuşaklar eskinin boğucu etkisinden daha az etkileniyorlar. Greta’nın başlattığı ve kısa sürede tüm gezegene yayılan yapıcı hareketin gösterdiği gibi onlar ortak kaderimize, yeryüzüyle birliğimize değer vermeyi çok daha iyi biliyorlar. Ve onlar sonunda herkese bu anlatının basit bir masal değil, canlı cansız bütün yeryüzü kuvvetlerinin, o bütünsel aktörün gerçek anlatısı olduğunu kavratabilecektir.

Şimdi birlikteliğin, karşılıklı bağımlılığın ve bağlantılı/ilişkili olmanın gücüne öncelik tanımak gerekiyor.

İlişkileri değiştirmeye başlamak, insanlık durumunu değiştirmeye başlamak demek olacaktır.

Evet, bu yeni tür bir anlatı, ama şurası açık ki yeni bir anlatı ancak ona katkıda bulunmaya, geliştirmeye ve onu anlatmaya başlayanlar çıkarsa anlamlı olabilir. Anlam ancak birlikte yaratılabilir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s