Son yıllarda insanların diğer hayvanlardan en önemli farkının işbirliği yapabilmeleri olduğu giderek daha çok vurgulanıyordu. Ama şurası pek öne çıkmıyordu: işbirliği ancak eşitler arasında yapılabilir. Hegemonya ilişkileri işbirliğini değil dayatmayı getirir. Ancak birbirlerini eşit gören insanlar işbirliği yapabilir.
Zaten o yüzden insanlık tarihi eşitlik mücadeleleri tarihi şeklinde gelişti. İnsan sosyal bir varlıktır, diğer insanlar olmadan var olamaz. Sosyal olabilmek diğer insanlarla işbirliği yapabilmek demektir. Onun için insanlar, insan olabilmek için, diğer insanlarla eşit kabul edilmek isterler.
“Bizi kabul edeceksiniz!” Bu tarihin gelmiş geçmiş en kuvvetli cümlesidir. Kölelerin efendilerine, işçilerin patronlarına, yurttaşların hükümetlerine, kadınların erkeklere, LGBTI’lerin heteroseksüellere karşı mücadelelerinin bayrak şiarıdır. İnsan hakları eşit kabul görmenin güvencesidir. İşbirliğinin önkoşuludur. Güçlüleri gerileten ve elini kolunu bağlayan kuvvet işbirliğidir.
Thomas Piketty’nin 21. Yüzyılda Kapital başlıkla eserinden bu yana tüm dünyada eşitsizliğin görülmedik boyutlarda olduğu tartışılamaz bir hakikat haline geldi. Tüm dünyada politik kutuplaşmanın, ticaret savaşlarının, otoriter eğilimlerin artmakta olmasının temelinde de zaten işbirliğini, birlikte yapmayı, diyalog ve arayışı sabote eden, sakatlayan, devre dışına iten eşitsizliklerdeki bu artış yatmıyor mu? Eşitsizliğin bu kadar ağır bastığı yerde ahlak nasıl ayakta durabilir?
Ve salgın şimdi bu gerçekliği bütün boyutlarıyla ortaya çıkarıyor. Eşitsizlik üzerinde yükselen butün sistemlerin defoları tek tek ve üstü hiçbir şekilde örtülemeyecek şekilde sergileniyor. Ölüm gene adaletin hükmünü işletiyor. Ne ideolojik hurafeler ne politik cambazlıklar yaşanan yıkımın üstünü örtebiliyor. Kral artık tamamen çıplak.
Trump dün, “Bu grip gibi bir şey abartmayın” der ve bir yandan da aşı geliştirmeye çalışan Alman firmasına aşıyı sadece Amerika için kullanmak üzere gizlice 1 milyar dolar önerirken bugün damadı Jared Kushner’i bazı ilaç firmalarıyla birlikte Çin’le ilişki kurmaya yönlendiriyor. Ve geçtiğimiz Pazar günü Şanghay’dan kalkan bir kargo uçağı New York’a 80 ton Amerika’da çok ihtiyaç duyulan medikal malzemelerden indiriyor. Beyaz Saray yetkililerinin açıklamasına göre bunu Nisan ayının ilk haftasında 21 uçuş daha izleyecek.
Bizde de şiar diye bula bula, “Salgın global, mücadele ulusal” ya da “Biz bize yeteriz Türkiyem” gibi boş sözlere sarılanlar yarın herhangi bir ülkede aşı ya da ilaç bulunduğunda anında sıraya girmeyecekler mi? Ya da eskaza biz bulacak olsak başkalarına vermemezlik edebilecekler mi?
Aslında bugün salgın günlerinde bir ölçüde demokratikleştirici bir deneyim yaşıyoruz. Normal zamanlarda ayrıcalıkları ve güçleri krize karşı kendilerine kalkan olan insanlar da karantinaya giriyor, virüs kapıyor ve sevdiklerini kaybediyor. Bakanlar, senatörler, kraliyet mensupları hastalanıyor.Bugün birçok ülkede en çok konuşulan konular işçilerin korunması ve ücretli izin uygulamaları; çocukların uzaktan eğitim sorunları, internet hızı eşitsizliği ve ruh ve akıl sağlığının korunması ile temel ihtiyaç maddelerinin üretiminin devamının sağlanması oluyor.
***
Bize hep diyorlardı ki insan mülk sahibidir, tüketicidir ya da hamaldır, başka bir şey olamaz. Onun için mülk sahiplerini yüceltir, hep bir şey isteyen – eşitlik mesela – hamalları aşağılarlardı. Ama şimdi tüm dünya görüyor, salgına karşı mücadelenin ön cephesinde, virüsle boğaz boğaza vuruşanlar, o hep hamal dedikleri, alınteri ve göznuruyla çalışan işçiler, bilim insanları, sağlıkçılar, doktorlar, market kasiyerleri, lojistik çalışanları, gıda üreticileri… siz sayın. Ötekiler, mülk-şan-şöhret-iktidar sahipleri ise arazi olmuş durumda. İdeolojik söylemlerin etkisi hızla yıpranırken biz tüketiciler de şimdi çıplak gözle görüyoruz kahramanların kim olduğunu. Onlar insanlığın yükünü taşıyan hamallar, gerçek krallar ve en çok da kraliçeler. İnsanlığı korumaya ve kurtarmaya çalışanlar onlar.
Böylece salgına karşı mücadelenin göbeğinde insanın tanımı yeniden yapılmaya başlanıyor. İnsanlar eşit haklı olarak işbirliği yapan sosyal varlıklardır ve biz insanlar doğanın efendisi falan değil, o güneş ışığından yayılıp bitkilerin köklerinden böceklerden atlara kadar uzanan hayatın bir hücresiyiz sadece. Diğer canlılardan farklı olarak ancak işbirliğiyle ayakta durabiliriz. İnsan diğer insanlar olmadan her zaman çaresizdir.
Bize hep diyorlardı ki özel mülkiyet ve serbest piyasa kaderimizi belirler, kimin üstün geleceğini rekabet belirler. Ama bugün Fransa başkanı Macron bile ulusa sesleniş konuşmasında “Her şey piyasa bırakmamız çok yanlış oldu” diyor. Tüm dünyada anlı şanlı şirketler kurtarılmak için devletin eline bakıyor. Virüs devlet mi piyasa mı tartışmasını da böylece bitiriyor.
En çarpıcı örnek: Neoliberal dönüşümle sağlık sistemlerinin kapitalizmin kurallarına bağlanmasının getirdiği felaket bütün çıplaklığıyla ortada. Demek ki ekonomik getirisi olmaz diye salgın hazırlığı için yatırım yapılmamış. Hastanelerin (okullar gibi) ekonomik kuruluşlar haline getirilmesi demek ki yanlışmış.
Şimdi sırada asıl can alıcı tartışma var. Devlet kimin için devlet olacak? Eşitsizliklerden kâr edenler, yarar sağlayanlar için mi? Yoksa insanlığın sosyal bağışıklığını sağlamlaştırmak için gözlerimizin önünde kendini feda edenler, emekçiler, sağlıkçılar, hepimize destek olan sanatçılar, bilim insanları için mi? Bir gecede milyarlarca, trilyonlarca dolar ekonomiye enjekte edilebiliyorsa, aynı şeyin istenirse ezilenlere, yoksullara, muhtaçlara yardım için, onların durumunu iyileştirmek için ve giderek de sömürüyü, yoksulluğu, muhtaçlığı ilelebet ortadan kaldırmak için ve iklim değişikliğini önüne geçmek için yapılabileceği açık değil mi?
Bizi – belki de tarihte ilk defa olarak ayrımsız tüm insanlığı – zor günler bekliyor. Çok acılar yaşanacak, çok sıkıntı çekilecek. Çok kayıp vereceğiz.
Buradan çıkış var mı? Nasıl çıkacağız? Korona sonrası nasıl bir dünya olacak?
Bu sorunun bugünden belli bir yanıtı yok. Yanıtı bizlerin ve sorumlu mevkilerde bulunan liderlerin tercihleri belirleyecek. Neyi tercih edeceğiz? Öncelikle kendimizi, ailemizi, kendi grubumuzu, şirketimizi ya da milletimizi mi kurtarmaya çabalayacağız, yoksa diğer insanlarla, gruplarla, milletlerle işbirliği ve dayanışma mı arayacağız. İlk yönde tercihler ağır basarsa pek kimse kurtulmayacaktır. Çıkış yolu, ağır hasarlar yaşanacak olsa da dayanışma ve işbirliğidir.
Virüs cinsiyetler, sınıflar, dinler, milletler, ırklar arasında ayrım yapmadan birinden diğerine geçiverirken ona karşı mücadelede bu yapay ayrımların bizi bölmesine izin vermek tarihin kaydettiği ve kaydedeceği en büyük aymazlık olacaktır. Bireycilik, tek taraflılık, sınır kapama, etnomilliyetçilik…. Bunların hiçbiri salgını önleyemedi, önleyemez.
***
Bugün kimi liderlerin iddia ettiği gibi bir savaş içinde değiliz, tabiata karşı savaş olmaz. Bu insanlığımızı kazanma, insan olmayı hak etme mücadelesidir. Eşitlik biz insanların kaderidir. Bırakın ruhumuzu, aklımızı, hayallerimizi, bedenlerimiz bile eşitlik peşindedir. Baksanıza primatlardan bu yana kadın ve erkek bedenleri nasıl giderek birbirinden daha zor ayırt edilir hale geliyor. Irklar nasıl birbirine karışıp melezleşiyor. Irk da giderek tarihe karışacak bir kavramdır, niçin eşitsizlik de karışmasın?
Eşitlik elbette aynılık demek değil, tam tersine eşit haklılık özgürlük demek, insanın özgürce gelişmesi, farklılaşması, çeşitlenmesi demek. Eşitlik özgürlük kadar gerçek ahlakın da temelidir. Ahlak da yapıcı işbirliği ve dayanışmanın.
Korona günlerinde yeni insan tanımı yaygınlaştıkça eşitsizlik üzerinde kurulu ve eşitsizlikleri sürdürmek için açık ya da örtük baskıya, tahakküme dayanan uygarlığın yerine eşitlik ve işbirliği temelinde yükselecek yeni bir uygarlık fikri de güçlenecektir. Ve mücadelenin kahramanları yeni uygarlığın da mimarları olacaktır.
Eşitlikçi bir toplumun politika ya da ideolojiye pek ihtiyacı olmayacaktır. İnsan elbette bir hayvandır, ama hiç de dendiği gibi politik bir hayvan değil (o şeref şempanzeye aittir) tam tersine ahlaklı bir hayvandır.
Bizi geleceğe ideolojiler tarafından yönlendirilen liderler taşıyamaz, bizi geleceğe taşıyacak olanlar veri ve bilim tarafından yönlendirilen ve bu uğursuz koşulların cenderesinde yetkinlik ve deneyim kazanacak pragmatik kişiler olacaktır. Bugün tüm dünyada yavaş yavaş ama öncelikle yerel yönetimler düzeyinde bu tür yapıcı liderlerin aktifleştiğini ve aralarında uluslararası işbirliği ilişkileri geliştirmeye başladığını görüyoruz. Umut verici dayanışma örnekleri yaşıyoruz.
Eski bir dostum sosyal medyada şöyle bir dörtlük paylaşmış, her şeyi özetliyor:
Yerküre gizli yasasını söyledi bize
“Ya hep beraber ya hiçbiriniz“
Söz verelim mi birbirimize
Paylaşacağız savaşmayacağız diye.