Yalnız memleketin yerüstü ve yeraltı zenginliklerini, menkul ve gayrimenkul varlıklarını satmakla kalmadılar, devletin ruhunu da sattılar, tüm kurumlarını hukuktan arındırarak dar oligarşik bir zümrenin çıkarlarına kurban ettiler. Devleti ruhsuz bir makine haline getirdiler. Düğmelere basınca işleyen, kendisini ve toplumu birlikte düşünmekten aciz bir makine. Sadece baskıcı yasaları ve sosyal adaletsizliği tahkim eden ve topluma hükmetmeye çalışan bir devlet. Üstelik makineyi dosdoğru yağlamayı da beceremiyorlar. Ruhu kovalanmış, ruhsuz kalmış bir makine-devlet hakla, hukukla bağdaşamaz, toplumla barış ve huzur içinde birlikte var olamaz. En başta haysiyet sahibi bir devlet olamaz.
İşte insanlar sokakları, meydanları, birileri planladığı, onları kışkırttığı, kandırdığı için değil, haysiyetlerini geri kazanmak istedikleri için dolduruyorlar. Bir hukuk devletinde, yani ayrımsız bütün kesimlerin anayasal hak ve özgürlüklerini ve aynı şekilde Kürtlerin vatandaşlık haklarını tanıyan, kabul eden ve tahkim etmeyi benimseyen bir devlette yaşamak özlemlerini dile getiriyorlar.
Devlete yeni bir ruh kazandırmak istiyorlar. Onun için durmaksızın hak, hukuk, adalet diye haykırıyorlar.